Dünya Güneş Etrafında Dönüyor Ama…

Dünya Güneş Etrafında Dönüyor Ama…

Moran’ın Evrim Hakkındaki İddiaları Blöf Olmaktan Öteye Geçemiyor

Evrensel gazetesinin 16 Nisan 2006 tarihli sayısında “Evrim: Olgu ve Kuram” başlıklı bir makale yayınlandı. Yazı, Laurence Moran’ın 13 yıl kadar önce kaleme aldığı makalenin tercümesiydi. Moran söz konusu yazısında, evrimin bir gerçek olduğunu, evrimi reddetmenin dünyanın güneş etrafında döndüğünü reddetmekle bir olduğunu öne sürüyordu.

Oysa Moran burada sadece blöf yapmaktadır. Evrim teorisiyle Dünya’nın Güneş etrafında dönüşü arasında yapılan benzetme, evrimin bilimsel kanıtlar karşısındaki konumunu, gerçekte olduğunun çok ötesinde güçlü göstermek için başvurulmuş bir aldatmacadır. Moran yazısında “evrim bir gerçektir” söylemini ve bunun türevlerini sık sık tekrarlamaktadır ki, bunlar boş ve dayanaksız iddialardan ibarettir. Aşağıda Moran’ın blöfü çözümlenmekte, bunun bilimsel değil ideolojik motivasyonlarla kaleme alınmış bir yazı olduğu gösterilmektedir.

Moran’ın Başvurduğu Klasik Evrimci Blöf

Eğer evrim Moran’ın iddia ettiği kadar açık bir gerçek olsaydı, o da Dünya’nın Güneş etrafında döndüğü gerçeği gibi kolay kabul edilir olur, evrimcilerin de “evrim bir gerçektir” makaleleri yazmaya ihtiyaçları olmazdı. Hiçbir bilim adamının, “bakın, sizi temin ederiz, Dünya Güneş etrafında dönmektedir. Bu bir gerçektir. Buna inanmalısınız” şeklinde makaleler yazmaya ihtiyaç duymadığı gibi.

Eğer evrim teorisi ile Dünya’nın Güneş etrafında dönüşü aynı bilimsellik seviyesinde olsaydı, bir sabah Evrensel gazetesini eline aldığınızda “Dünyanın Güneş etrafında dönmesi: Olgu ve Kuram” başlıklı bir yazı görmeniz ve bunda şunları okumanız pekala mümkün olmalıdır:

  • Astronomlar, Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü bir olgu olarak kabul eder. Bu olgu bugün de gösterilebilir, ayrıca geçmişte yaşandığına dair tarihsel kanıtlar olağanüstü miktardadır.
  • Dünyanın güneş etrafında dönüşünün bir alternatifi yoktur.
  • Dünyanın güneş etrafında döndüğü yadsınamaz bir olgudur.
  • Dünyanın güneş etrafında dönmesi, ancak eldeki kanıtlardan haberdar olmayanlar veya kanıtlara direnenler tarafından kuşkulu görülebilir.
  • Dünyanın güneş etrafında döndüğü olgusunu destekleyen büyük miktarda kanıt birikti.
  • Modern astronominin tamamı, Dünyanın güneş etrafında döndüğünün bir doğrulamasıdır.
  • Dünyanın güneş etrafında dönmesi bu yazıyı okuyor olmanız kadar gerçektir.

Elbette hiçbir bilim adamı böyle bir yazı yazmaya gerek duymayacaktır. Çünkü kendinden bilinir olan gerçekler, kanıtlama gerektirmezler. Örneğin hiçbir bilim adamı, suyun akışkan bir madde olduğunu kanıtlayan bir yazı yazmaya tenezzül etmez. Kısacası Moran’ın evrimin gerçekliği hakkında yazdıkları doğru olsaydı, defalarca “evrim bir gerçektir” diye tekrarlama ihtiyacı duymaz, böyle bir makale yayınlama gereğini hissetmezdi.

Harun Yahya İlanları Evrimci Blöfleri Susturdu!

Evrimcilerin “evrim bir gerçektir” söyleminin bir blöften ibaret oluşunu göstermede Harun Yahya ilanlarından da örnek verebiliriz. Bilindiği gibi çeşitli gazetelerde Harun Yahya’nın kitaplarının tanıtıldığı ilanlar yayınlanmaktadır. Son yayınlanan ilanlardan ikisi şu başlıkları taşımaktadır:

Harun Yahya bu ilanlarda, yaşayan fosillerin yüzlerce olduğunu ve bunların halkın gözü önünde sergilendiğini bildirmekte, teorilerini bir gerçek olarak savunan evrimcileri en azından üç beş fosil kanıt ortaya koymaları için davet etmektedir.

Evrimciler ise Harun Yahya’nın bu ilanları karşısında derin bir sessizliğe gömülmüşlerdir. Evrimin doğru olması durumunda bulunması gereken çok sayıda kanıtın, örneğin sayısız ara form fosilinin örnekleri nerededir? Evrimciler neden bunları halkın gözü önüne koyamamaktadır? Müzelerin araformlarla dolup taşması gerekirken niçin evrimciler Harun Yahya’nın çağrısına uyup birkaç adet de olsa fosil sergileyebilmiş değildirler?

Harun Yahya’nın bu ilanları, evrimcilerin elinde hiçbir bilimsel kanıt olmadığını, sadece blöf yaptıklarını Türk Halkına kanıtlar niteliktedir.

Evrim Bir Gerçekse, Fosil Kanıtların Yokluğuna Dair Bu İtiraflar Neyin Nesi?

Eğer evrim doğru olsaydı, bunun yaşandığının kanıtı olabilecek çok sayıda araform fosili günümüze ulaşırdı. Eğer evrim doğru olsaydı evrimcilerin elinde birçok kanıt olur, bilimsel yayınlarda bunları tanımlar ve sıksık anarlardı. Ama evrimcilerin fosil kayıtları hakkındaki yorumlarına bakıldığında tam tersi bir durum görülür. Charles Darwin’in de aralarında olduğu birçok evrimci, fosil kayıtlarının evrimle olan uyumsuzluğunu itiraf etmiştir:

Charles Darwin:

Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz…

Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.(Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 172, 280)

Paleontolog Mark Czarnecki:

Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur… Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin’in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, türlerin Tanrı tarafından yaratıldığını savunan yaratılışçı argümana destek sağlamıştır. (Mark Czarnecki, “The Revival of the Creationist Crusade”, MacLean’s, 19 Ocak 1981, s. 56)

Bir başka evrimci Chicago Doğa Tarihi Müzesi, Jeoloji Bölümü Başkanı Dr. David Raup:

“Çoğu insan fosillerin, Darwin’in hayatın tarihi hakkındaki görüşlerine kanıt olduğunu zanneder. Oysa ki bu kesinlikle yanlış bir düşüncedir”. (SBS Vital Topics, David B. Loughran, Nisan 1996, Stewarton Bible School, Stewarton, Scotland,URL: Evolution: Fact or Fallacy?)

Oxford Üniversitesi’nden evrimci zoolog Mark Ridley:

“Gerçek bir evrimci hiçbir zaman, yaratılışa karşı evrim teorisine dayanak olarak fosil kayıtlarını kullanmamaktadır.” (Who Doubts Evolution?, New Scientist, sayı 90, 25/06/1981, s. 831)

Yukarıdaki bu itiraflar da Moran’ın gerçekte bilimsel kanıta dayanmadığının, sadece blöf yaptığının bir başka bariz kanıtıdır.

Lewontin’in Yanılgısı

Moran, “evrim bir gerçektir” iddiası lehinde Richard Lewontin’den bir alıntı vermektedir. Lewontin bu alıntısında bazı paleontolojik gerçekleri sıralamakta ve evrimin bir olgu olduğunu söylemenin vaktinin geldiğini iddia etmektedir. Alıntı şu şekildedir:

“Dünyanın 3.6 milyar yıldan çok daha yaşlı olduğu bir olgudur. Hücresel yaşamın bu sürenin en az yarısında var olduğu, örgütlü hücresel yaşamın en az 800 milyon yıl yaşında olduğu da. Dünyamızdaki ana yaşam formlarının , geçmişte var olmadıkları bir olgudur. 250 milyon yıl önce ne kuş, ne memeli vardı. Geçmişin ana yaşam formlarının artık yaşamadıkları, bir olgudur. Eskiden dinozorlar vardı, şimdi yoklar. Bütün yaşam formlarının geçmiş yaşam formlarından geldikleri bir olgudur. Dolayısıyla bugünkü bütün yaşam formları, kendilerinden farklı atalardan türemiştir. Kuşlar kuş olmayanlardan, inanlar da insan olmayanlardan. Bu olguları reddetmenin; Dünya’nın yuvarlak olduğunu, kendi ekseni ve Güneş’in çevresinde döndüğünü reddetmekten bir farkı yoktur” (R. C. Lewontin “Evolution/Creation Debate: A Time for Truth” Bioscience 31, 559 (1981)

Dikkat edilirse Lewontin’in yaptığı şey, çeşitli canlı formlarının “ne zaman” ortaya çıktığına dair bilgiler vermekten ibarettir. Oysa açıktır ki, canlıların şu veya bu kadar milyon yıl önce ortaya çıkmaları, onların evrimle ortaya çıktıklarını göstermemektedir. Evrim teorisi milyonlarca canlı türünün tek bir atadan türemiş olduğunu savunduğu için sayısız ara formun yaşamış olmasını gerektirmektedir. Paleontoloji bilimi çeşitli canlı gruplarının hangi dönemde ortaya çıktıklarına, hangi grubun hangi gruptan önce geldiğine dair son derece somut bilgiler sağlamış ancak, evrim teorisinin gerektirdiiği fosil bağlantıların hiçbir örneğini vermemiştir.

Bir başka deyişle, Oklahoma Üniversitesi Jeoloji ve Jeofizik Bölümü’nden David B. Kitts‘in de itiraf ettiği gibi:

“Evrim türler arasında ara geçiş formları gerektirir ancak paleontoloji bunları sağlamamıştır.” (David B. Kitts (School of Geology and Geophysics, University of Oklahoma), “Paleontology and Evolutionary Theory,” Evolution, Vol. 28, September 1974, sf. 467)

(Lewontin’in kuşlar ve insanlarla ilgili evrimsel köken iddiaları da aynı şekilde ara form dayanağından yoksundur. Kuş ve insanın kökeninin evrimcilere açmazları hakkında sırasıyla buradan ve buradan bilgi edinebilirsiniz)

Lewontin İtiraf Ediyor!

“Evrim bir gerçektir” iddiasındaki Moran, bu doğrultuda Lewontin’den alıntıya başvurmaktadır. Gelgelelim Lewontin, kısa bir süre sonra bu inancıyla ilgili oldukça çarpıcı itirafta bulunmuştur. Lewontin, Moran’ın yazısından dört sene kadar sonra yayınladığı bir makalesinde şunları yazmıştır:

Bizim materyalizme bir inancımız var, ‘a priori’ (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan a priori bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz. (Richard Lewontin, “The Demon-Haunted World”, The New York Review of Books, 9 Ocak, 1997, s. 28)

Görüldüğü gibi Moran, evrimin gerçekliğiyle ilgili iddialarının bilimsel dayanakları olduğunu iddia etmekte, bu doğrultuda Lewontin’den alıntı vermektedir. Ancak aynı Lewontin birkaç yıl sonraki sözlerinde evrimi bir doğru olarak kabul etmesinin materyalizme olan inancından kaynaklandığını itiraf etmekte, Moran’ın iddialarını dayanaksız bırakmış olmaktadır.

Dogmatizm’in Ayaklı Kanıtları: Evrimciler

Lewontin’in bu sözleri şu önemli noktanın altını çizmektedir: Moran’ın “evrim bir gerçektir” diye yazması, başka evrimcilerden buna paralel alıntılar yapıp, bunu adeta bir koro olarak seslendirmesi bir anlam ifade etmemektedir. Önemli olan, bu yargıya, kendisinin ve alıntı yaptığı bilim adamlarının, iddia ettiği gibi bilimsel yollardan vardıklarını kanıtlayabilmesidir. Bunun için yapması gereken ise bilimsel gerçekleri akılcı ve sistemli bir şekilde ele almak, öne sürdüğü tezin kanıtlarla tutarlılığını göstermektir.

Moran ise bunu yapamamakta, bir tür “sloganlar geçidi”yle okurlarını ikna edebilmeyi ummaktadır. Oysa burada evrimcilerin gözden kaçırdığı kritik bir durum söz konusudur. Bu yazıda olduğu gibi, okurlarını kanıtlar yerine sloganlar, içi boş söylemler, demagojiler ve blöflerle iknaya çalıştıkları sürece evrimin dogmatik bir inanç oluşunun ayaklı kanıtları olacaklardır.

Sonuç:

Evrensel gazetesi bilim kadrosuna, Moran’la paylaştıkları ideolojik kaygıları bir yana bırakmalarını ve evrim teorisi lehindeki bilimdışı propagandalarına son vermelerini tavsiye ediyoruz.

Mason kaynaklarında materyalizm

Mason kaynaklarında materyalizm

I: Mutlak Madde Yanılgısı

Günümüzde masonlar, aynen Eski Mısır’daki Firavunlar, rahipler ve diğer sosyal sınıflar gibi, maddenin sonsuzluğuna, yaratılmadığına ve canlılığın cansız maddenin içinden rastlantılarla doğduğuna inanmaktadırlar. Materyalist felsefenin temel unsurları olan bu yanılgıları, masonik kaynaklarda detaylarıyla okumak mümkündür.

Üstad mason Selami Işındağ’ın Masonluktan Esinlenmeler adlı kitabında, masonluğun katıksız materyalist felsefesi şöyle açıklanmaktadır:

Bütün uzay, atmosfer, yıldızlar, doğa, cansız ve canlı dediğimiz herşey, atomlardan oluşmaktadır. İnsan da doğadaki çeşitli atomların toplamından başka bir şey değildir. Canlıların yaşamı, atomlar arası elektrik akımının bir dengesiyle sağlanmaktadır. Bu dengenin -atomlardaki elektrisitenin değil- ortadan kalkmasıyla öldüğümüz vakit, toprağa dönüşüp atomlara ayrılıyoruz. Yani özdekten (madde) enerjiden gelmişiz, özdeğe, enerjiye dönüşüyoruz. Atomlarımızdan bitkiler, onlardan da canlılar ve bizler yararlanıyoruz. Öyleyse herşey eşit hamurdan yapılmıştır. Ancak evrime erişmiş en son hayvan olan bizde beyin en yetkin (mükemmel) durumda bulunduğundan, bilinç oluşmuştur. Deneysel Ruhbilim’in verilerini göz önünde tutarsak, “duygu-zihin-buyrultu”dan oluşan üç ruhsal yaşantımızın, beyin korteks hücreleri ve hormonların dengeli fonksiyonları sonucu oluştuğu anlaşılmaktadır… Olumlu bilim ve akıl, hiçbir şeyin yoktan var edilmediğini ve yok olmadığını benimsemiştir. Buna göre insanın hiçbir güce minnettar ve borçlu olmadığı sonucunu çıkarma olanağı vardır. Evren bir total enerjidir. Başlangıcı ve sonu bilinmemektedir. Herşey bu total enerjiden doğar. Evrime uğrar, ölür, ama tümüyle kaybolmaz. Değişir ve dönüşür. Gerçek ölüm ve kayboluş yoktur. Sürekli değişme, dönüşme ve oluşma vardır. Ama bu büyük sorunu, bu evrensel gizemi (sır) bilimsel yasalarla açıklama olanağı yoktur. Bilim dışı açıklamalar da bir imgesel (hayali) tasarıdır, dogmadır, boş inançtır. Olumlu bilim ve akla göre, bedenden ayrı bir ruh olamaz. (Dr. Selami Işındağ, Panteizm-Kamutanrıcılık Felsefesi, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 189)

Bu satırlarda sıralanan görüşlerin aynısını, Marx, Engels, Lenin, Politzer, Sagan, Monod gibi materyalist düşünürlerin kitaplarında da bulabilirsiniz: Bunlar, evrenin sonsuzdan beri var olduğu, maddenin tek mutlak varlık olduğu, insanın maddeden ibaret olduğu ve bir ruha sahip olmadığı, maddenin kendi içinde evrimleştiği ve yaşamın böyle ortaya çıktığı gibi, temel materyalist hurafelerdir. Hurafe terimini kullanmak yerindedir, çünkü -Işındağ’ın “bunlar olumlu akıl ve bilimin sonuçlarıdır” şeklindeki iddiasının aksine- gerçekte tüm bu görüşler 20. yüzyılın ikinci yarısındaki bilimsel bulgular tarafından çürütülmüş durumdadır. Örneğin bugün bilim çevrelerince kesin kabul görmüş olan Big Bang teorisi, evrenin bundan milyarlarca sene evvel yoktan yaratıldığını bilimsel olarak ispatlamıştır. Termodinamik Kanunu, maddenin “kendi kendini düzenleme” gibi bir vasfı olmadığını, dolayısıyla evrendeki denge ve düzenin bilinçli bir yaratılışın eseri olduğunu göstermektedir. Biyoloji, canlılardaki olağanüstü düzenleri ortaya koyarak, tüm bunları var eden bir Yaratıcı’nın yani Allah’ın varlığını ispatlamaktadır. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Evrenin Yaratılışı, Materyalizmin Sonu, Materyalizmin Çöküşü, Hayatın Gerçek Kökeni, Evrim Aldatmacası)

Işındağ satırlarının devamında, masonların gerçekte materyalist (ve dolayısıyla ateist) olduklarını, “Evrenin Ulu Mimarı” kavramını ise gerçekte maddi bir evrimi kastederek kullandıklarını şöyle açıklar:

Kısaca, hem de pek kısaca, bazı masonik ilkelere, düşünüş ve benimseyişlere de değinmek istiyorum: Masonluğa göre yaşam (hayat) tek hücreden başlar, değişme, dönüşme ve evrim (tekamül) ile insana kadar gelir. Başlangıcın kendiliği (mahiyet), nedenleri, amacı ve koşulları bilinemez. Yaşam, özdek-enerjiden çıkmıştır ve ona dönecektir. Evrenin Ulu Mimarı; ancak yüce bir prensip, iyilikler ve güzelliklerin sonsuz ufku, evrimin doruğu, en yüksek aşaması, insanlık ülküsü olarak düşünülüp benimsenirse, kişileştirilmezse, dogmatizmden kurtulma olanağı vardır. (Dr. Selami Işındağ, Panteizm-Kamutanrıcılık Felsefesi, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 190)


Görüldüğü gibi, masonluk felsefesinde “maddeden gelip maddeye gitmek” en temel inançlardan biridir. Konunun önemli bir yönü ise, masonların bu felsefeyi sadece kendilerine has bir inanç olarak görmemeleri, tüm topluma bu fikirleri yaymak istemeleridir. Işındağ, üstteki satırlarının ardından şöyle yazar:

Bu ilke ve öğretilerle yetkinleşen mason; insanları eğitmeyi… olumlu bilim ve akıl ilkelerini öğreterek onları kalkındırmayı bir görev olarak almıştır. Masonluk böylece insanlara halka dönüktür. Halka rağmen, halk için çalışır. (Dr. Selami Işındağ, Panteizm-Kamutanrıcılık Felsefesi, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 189-190)

Masonik metinlerdeki materyalist senaryolar, Marx, Engels veya Lenin gibi materyalist ideologların yazılarından hiç de farklı değildir.


Bu ifadeler masonluğun topluma yönelik iki özelliğini göstermektedir:

1) Masonluk, inandığı materyalist felsefeyi (yani bir Eski Mısır hurafesini) topluma “olumlu bilim ve akıl” kisvesi altında empoze etme çabasındadır.

2) Bunu, “halka rağmen” yapmaya niyetlidir, yani bir toplum Allah’a inansa, materyalist felsefeyi kabul etmek istemese bile, masonluk bu konuda ısrarlı davranacak, halkın rızasına rağmen onun dünya görüşünü değiştirmek için çaba harcayacaktır.

Burada mutlaka dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, masonluğun kullandığı terminolojinin aldatıcılığıdır. Masonik yayınlarda, özellikle de masonların topluma yönelik açıklamalarında, kendi felsefelerini olabildiğince masum, akılcı ve hoşgörülü gibi göstermeyi amaçlayan bir üslup kullanılmaktadır. Üstteki alıntıda kullanılan “olumlu bilim ve akıl ilkelerini öğreterek insanları kalkındırmak” kavramı buna bir örnektir. Gerçekte masonluğun felsefesinin “olumlu akıl ve bilimle” bir ilgisi yoktur; bilime rağmen savunulan köhne bir hurafedir. Masonluğun “insanları kalkındırmak” gibi bir amacı da yoktur; bundan kasıt kendi felsefelerini insanlığa empoze etmektir. Bunu “halka rağmen” yapmaya kararlı olduklarını açıklamaları ise, “hoşgörülü” değil, totaliter bir dünya görüşüne sahip olduklarını göstermektedir.

II: Ruhun ve Ahiretin İnkarı

Masonlar materyalizm inancının bir gereği olarak insan ruhunun varlığını kabul etmezler ve ahiretin varlığını da kesin olarak reddederler. Buna rağmen, masonik kaynaklarda kimi zaman ölenler için “ebediyete intikal etmekten” söz edilir veya buna benzer manevi kavramlar kullanılır. Çelişkili gibi görünen bu durum aslında çelişkili değildir, çünkü masonların ruhun ölümsüzlüğüne dair tüm izahları sembolik anlamdadır. Mimar Sinan dergisindeki “Masonlukta Ölüm Sonrası” başlıklı bir makalede bu durum şöyle anlatılır:

Masonlar Üstad Hiram efsanesinde ölümden sonra dirilişi sembolik manada kabul ederler. Bu diriliş, hakikatın daima ölüme ve karanlığa üstün geleceğini belirler. Masonluk, bedenden ayrı bir ruhun mevcudiyeti ile uğraşmaz. Ölümden sonra diriliş, masonlukta insanlığa manevi ve maddi birtakım eserler verebilmektir. İnsanı ebedileştirecek olan bunlardır. Pek uzun gibi görünen, aslında kısa olan insan yaşamında, adları ölümsüzleşme konusunda belirginleşenler, yaşamları süresince bu başarıya erişmiş olanlardır. Adlarını ölümsüzleştirmiş olanların tüm çabalarını, gerek çağdaşlarını, gerek kendilerinden sonra gelecek kuşakları mutlu etmeye, onlara daha insancıl bir dünya sağlamaya sarf ettiklerini görüyoruz. Bunların güttükleri amaç, yaşayan insanların yaşamlarında etkin olan insancıl duyguları yükseltmektir… Asırlar boyunca ölümsüzlüğü aramış insanoğlu buna, yaptığı işler, hizmetler, fikirler sayesinde kavuşacak ve yaşantısına bir anlam verebilecektir. Bu sayede, Tolstoy’un belirttiği gibi, “Cennet burada, yeryüzünde kurulmuş olacak ve insanlar mümkün olan en yüksek iyiye kavuşacaklar.” (Hasan Erman, Masonlukta Ölüm Sonrası, Mimar Sinan, 1977, Sayı 24, s. 57)


Üstad Mason Işındağ ise aynı konuda şunları yazmaktadır:

Materyalizme inanan masonlar, ölümden sonra yaşamın varlığını kabul etmezler. Masonik kaynaklarda kimi zaman “ölümden sonra yaşam” kavramları geçer, ama bundan kasıt, yanda temsil edilen Hiram efsanesinde olduğu gibi, insanın dünyada adının anılmaya devam etmesidir.

HERŞEYİN TÖZÜ (cevheri): Bunu enerji, özdek (madde) olarak benimseyen masonluk, herşeyin aşama aşama değişikliğe uğrayarak yine özdeğe döneceğini söyler ki, bilimsel anlamda ölümü tanımlamış olur. Bu durumda mistisizmin; ruh ve beden olarak ikiye ayırdığı güçlerden bedenin ölmesine karşın (rağmen) ruhun ölmediği, ruhlar evrenine göçtüğü, orada yaşamını sürdürdüğü ve ileride Tanrı buyruğuyla bir başka bedene geçtiği biçimindeki inancı, masonluğun benimsediği değişme-dönüşüm düşünüsüyle bağdaşamaz. Masonluk bu benimseyişini şöyle bir tümceyle desteklemektedir:

“Ölümünüzden sonra sizden kalacak ve ölmeyecek olan şey, olgunluklarınızın anısı ve yapıtlarınızdır.” Masonluğun bu benimseyişi, bir filozofik düşünüş biçimidir ki, olumlu bilim ve akıl ilkelerine dayanır. Ruhun ölümsüzlüğü ve ölümden sonra dirilmesi şeklindeki dinsel inancın bu bilim-akıl prensipleriyle uzlaşması olanaksızdır. Öyleyse Masonluk bu konuda düşünü ve benimseyiş ilkelerini, pozitivist ve rasyonalist felsefe sistemlerinden almıştır. Böylece bu filozofik sorunda dinlerden ayrı bir düşünü, benimseyiş ve açıklamaya bağlanmıştır. (Dr. Selami Işındağ, Masonluğun Kendine Özgü Bir Felsefesi Var Mıdır, Yok Mudur?, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 97)


Ölümden sonra dirilişi reddetmek, ölümsüzlüğü ise “geride bırakılan maddi eserlerde” aramak… Bu düşünce masonlar tarafından “çağdaş bilimin gereği” gibi gösterilse de, gerçekte tarihin eski çağlarından bu yana inkarcılar tarafından inanılan bir hurafedir. Kuran’da inkarcıların “ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları” edindikleri haber verilir. Geçmiş peygamberlerden biri olan Hz. Hud, inkarcı Ad kavmini bu cahilce düşünceye karşı şöyle uyarmıştır:

Hani onlara kardeşleri Hud: “Sakınmaz mısınız?” demişti.
“Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.”
“Artık Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.”
“Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir.”
“Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşa edip oyalanıp eğleniyor musunuz?”
“Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?”
“Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?”
“Artık Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.” (Şuara Suresi, 124-131)


İnkarcıların burada yanıldığı nokta, sanat yapıları inşa etmek değildir. Müslümanlar da sanata önem verir, sanat yapıları inşa eder ve bu yolla dünyayı güzelleştirmek için gayret ederler. Aradaki fark, niyettir. Bir Müslüman, Allah’ın insana verdiği güzellik ve estetik kavramlarını sergilemek, ifade etmek için sanatla ilgilenir. İnkarcılar ise, sanatı “ölümsüzlük yolu” zannnederek yanılmaktadırlar.